Yaşadığım dünya, sessiz, karanlık ve ıssızdı,
Gaipten gelen bir ses ile bu karanlık yırtıldı.
Bu ses öyle güzel, öyle büyülüydü ki,
Direnmek ne mümkün! Sirenler’e ait sanki.
Yürüdüm o sese doğru, dur durak bilmeden,
Nihayet bir ışık parladı, sesin geldiği yerden.
Daha da meraklandım, başladım koşmaya,
Azmettim o sesin ve ışığın kaynağını bulmaya.
Pervanelerden farksızdım, uçuyordum ateşe,
Daidalos’un oğlu gibi , kanat çırpıyordum güneşe.
Sonunda yansam yok olsam ne fark eder?
Kanatlarım erise, çakılsam denize, ona değer!
Günler geceler boyu, kat ettim onca yolu,
Artık varmak üzereydim, yüreğim heyecan dolu.
Nihayet ulaştım, karşımda bir Valkür kızı,
O an yüreğime yerleşti, inceden bir sızı.
Sesin sahibi, ışığın kaynağı duruyordu karşımda,
Böylesini görmedim daha ben bu yaşımda.
O büyülü gözleriyle gözlerime baktı,
Yüzyıl önce sönmüş bir ateşi yaktı.
Bekledim öylece, bana bir şey söylesin,
Sözleriyle viran gönlümü şen eylesin.
“İyi ki geldin!” dedi, gözleri nemli.
Belli ki güzel Valkür benden de elemli.
Yaklaştım yanına, sarıldım birden ona,
O da ince kollarını, doladı boynuma.
Ruhlarımız konuştu, biz öylece durduk,
Derin derin aşkın kokusunu soluduk.
Yanaklarımdan tutup aşk ile gözlerime baktı,
O bakışlar coşkun bir nehir olup yüreğime aktı.
Sokuldu iyice, arzuyla öptü dudaklarımı,
Ölsem de unutamam o an yaşadıklarımı.
Derken kayboldu bir anda, kalakaldım öylece,
Tekrar ışıklar söndü, dünyam karardı böylece.
Karanlıklar içinden bana son kez seslendi,
“Bekle beni!” dedi, içimde bir umut filizlendi.