Cengiz AYTMATOV

Cengiz Aytmatov’un (Çıngıs der Kırgızlar) yazar olarak rüştünü ispatlaması Toprak Ana ile olmuştur.  Türkiye’de adını duyurması ise filmi çekilen bir hikâyesi ile olmuştur.  Kadir İnanır, Türkan Şoray ve Ahmet Mekin’in usta oyunculuklarıyla belleklere kazıdıkları “Selvi Boylum, Al Yazmalım” filmidir bu.  Öyle ki filmi izlemeyenler dahi “Sevgi neydi?  Sevgi emekti…” sözlerini bir şekilde duymuş, hatta kullanmışlardır.

Cengiz Aytmatov 1928 yılında Kırgızistan’ın Talas eyaletine bağlı, Şeker şehrinde dünyaya geldi.  Babası Törekul Aytmatov, Sovyet Kırgızistan’ında önemli görevler almış, sosyalist düşünce yapısına sahip bir bürokrattı.  Tatar olan annesi Necime Hamziyevna Abdulvaliyeva ise tiyatro oyuncusuydu.  Dört kardeşin en büyüğüydü Cengiz.  Baba Törekul Aytmatov, Stalin döneminde önce halk düşmanlığıyla itham edilerek tutuklandı. (1937) 1 yıl sonra ise yine aynı suça istinaden kurşuna dizildi.  Henüz 10 yaşında babasız kalan Cengiz Aytmatov’un “Halk düşmanı” babasının kemiklerine kavuşması 1991 yılına kadar mümkün olmadı.

Cengiz Aytmatov’un çocukluğu yalnızca babasız kalmasıyla değil, oldukça sıkıntılı bir döneme denk gelmiş olması sebebiyle de çetin geçti.  Sovyetler Birliği’nin sosyalist sistemi oturtma sancılarına 2. Dünya Savaşı’nın büyük sıkıntıları eklenmişti.  Yetişkinlerin cepheye gittiği bu dönemde gündelik işler küçük yaşlardaki çocukların omuzlarına yüklenmişti.  Veterinerlik ve ziraat eğitimi alan Aytmatov bu dönemde, henüz 14 yaşındayken Tarım Müdürlüğü’nde sekreterlik ve vergi tahsildarlığı görevlerini üstlendi.  Bir başka görevi de Kırgızların “Kara kağaz” adını verdikleri, savaştan gelen, kara haberlerin yazılı olduğu resmi kağıtları sahiplerine ulaştırmaktı.  Her iki görevi de sevmeyerek yerine getirdi.

Savaşın sona ermesiyle Aytmatov tahsilini tamamlama imkânı buldu.  Tahsilinin ilerleyen aşamalarında babasının “halk düşmanı” yaftası hem kendisinin hem kardeşlerinin karşısına sürekli olarak çıkarıldı.  Buna rağmen Aytmatov pes etmedi, mücadele ederek kendisinin ve kardeşlerinin hak ettiği eğitimi almalarını sağladı.  1956 yılına gelindiğinde edebiyat eğitimi almak üzere Maxim Gorki Enstitüsü’ne kaydını yaptırdı.  Aynı dönemde Sovyetler Birliği’nin en bilindik yayın organı olan Pravda’da yazmaya başladı.  Yazılarının başarısı sebebiyle de 1957 yılında Sovyet Yazarlar Birliği’ne kabul edildi.

1963 yılı Cengiz Aytmatov için dönüm noktası oldu.  Henüz 35 yaşındayken, Toprak Ana ile “Lenin Edebiyat Ödülü”ne layık görüldü.  Bu ödülü kazanan en genç edebiyatçıydı.  5 yıl sonra ise “Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü” nün sahibi oldu.  Aynı yıl Kırgızların milli yazarı olarak ilan edildi.  Bu vasfını ömrünün sonuna dek hakkıyla taşıdı.  Öyle ki Kırgızlar onun için güzel bir de özlü söz söylediler: “2 Büyük Çıngıs geldi, biri kılıcıyla, diğeri kalemiyle fethetti dünyayı.” Sonrasında her biri birbirinden kıymetli eserlerini okuyucularıyla buluşturdu.

Aytmatov yazarlığının yanı sıra diplomat olarak da görev yaptı.  AB, NATO ve UNESCO’da Kırgızistan’ı temsil etti, Belçika’da da büyükelçi olarak bulundu.  2008 yılında film çekimleri için geldiği Avrupa’da rahatsızlanan Aytmatov, Almanya’nın Nürnberg şehrinde, kaldırıldığı hastanede hayata gözlerini kapattı.

Ardında yirmiden fazla yazılı eser, onlarca ödül ve nişan, saygıyla anılan bir isim bıraktı.  Eserleri 176 dilde yayınlandı.

*                 *                    *                 *                     *

Cengiz Aytmatov, okuduğum ilk kitabı olan Toprak Ana’dan beri bende en çok iz bırakan yazardır.  Öyküleri yalnızca edebiyat tutkunları için değil; Tük kültürüne, Türk yurtlarına ve kadim Türkistan’a sevgi besleyen herkes için çok özel anlamlar barındırır.  Özellikle internetin hayatımızda olmadığı dönemlerde, kadim Türk yurtları hakkında pek az şey biliyorduk.  O günlerde Doğu Avrupa ülkeleri için kullanılan “Demir Perde” sözü pek de haksız bir tabir sayılmazdı.  Ardını göremiyorduk çünkü.  İşte Cengiz Aytmatov o eşsiz romanlarıyla bize o perdeyi aralayan isim oldu.  Demir Perde’nin ardındaki kardeşlerimizin nasıl bir yaşam sürdüklerini; acılarını, sevinçlerini, aşklarını, coşkularını, kısaca tüm duygularını, anlatılabilecek en güzel şekilde anlattı.  Cemile’de şöyle yazmıştı: “İnsan her şeyi anlatamaz.  Zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez.”  Bizim gözümüzle kendi hikâyelerini okumuş olsa belki bu cümleyi kurmaktan vazgeçerdi.  Onun cümleleri bizlere “her şey”den fazlasını anlattı çünkü.  Umarım vefatından önce birileri ona, yazdıklarının bizde yarattığı etkiyi ifade etme imkânı bulmuştur…

Cemile’den alıntı yapmışken; Louis Aragon’un Cemile için kullandığı cümleye kesinlikle katıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. “Dünyanın en güzel aşk hikayesi.” demiş Aragon.  Bizden farklı olarak, Selvi Boylum Al Yazmalım’ın aşkı en iyi anlatan roman olduğunu düşünenler de olacaktır elbette.  Aşkı sorgulaması, iyiliği ve emeği yüceltmesi bakımından gerçekten de eşsiz bir hikayedir.  Ama dediğim gibi Cemile’nin bende bıraktığı iz çok daha fazla olmuştur.

Geçtiğimiz yaz yaptığım Kırgızistan seyahatinde Kırgızlar tarafından Aytmatov’a verilen değere bizzat şahit olmak beni gerçekten çok mutlu etti.  Başkent Bişkek’te, Manas Meydanı’nda, Manas Ata Heykeli’nin tam karşısına bir heykeli dikilmiş.  Çok manâlı geldi bu tercih bana.  Öze bağlılık ve bunun yanında o özün bugünlere aktarılmasında çok büyük emeği olan yazara saygı.  Tam da olması gerektiği gibi…

Bişkek’ten Karakol’a gidiş yolu üzerinde, Çolpon Ata Şehri yakınlarında, Issık Göl kıyısında kurulan Ruh Ordo Kültür Parkı’nda da Aytmatov etkisini ziyadesiyle görebiliyorsunuz.  Yerleşkenin hemen girişinde, bankta oturan bir Aytmatov heykeli karşılıyor sizi.  Ulu ruhların mekânı olarak tarif edebileceğimiz bu yerde Aytmatov’a ait eserler ve eşyalarla süslenmiş bir de otağ bulunuyor.  Otağdan çıkıp Issık Göl’e doğru yürüdüğünüzde sağınızda Atatürk heykelini görüyorsunuz.  Biraz daha ilerlediğinizde ise başta Beyaz Gemi olmak üzere Aytmatov’un hayat verdiği eserler ve karakterler çıkıyor karşınıza.

O havayı solumak tarifi imkânsız bir haz, ilk fırsatta tatmalısınız…

*                 *                    *                 *                     *

Cengiz Aytmatov bana göre yalnızca Kırgızistan’ın değil, tüm Türk Dünyası’nın sembol ismidir.  Türk Mitolojisinin o eşsiz menbâandan faydalanan, hikâyelerinde bu kaynağı en güzel şekilde işleyen, kurtları, maralları, atları, ulu ataları bizlere hatırlatan bu büyük kalemi Türk Dünyasının edebi liderlerinden biri olarak görmeme hak vereceğinizi düşünüyorum.  Toprak Ana, Cemile, Elveda Gülsarı, Gün Olur Asra Bedel, Beyaz Gemi, Dişi Kurdun Rüyaları, ve diğerleri… Hepsi birbirinden güzel hikâyeler.  Kıymetli Cengiz Aytmatov’u okumalı, okutmalı, daha fazla insana tanıtmalıyız.

Bu ulu kaleme saygı ve minnetle…

“Ey Issık Göl, yeryüzünün gökyüzüne bakan gözü! Sana sesleniyorum ey suları buz tutmayan göl! Ey kutsal ebedî varlık! Kadere hükmeden Gök Tengri, gözünü köpüklerine çevirdiği zaman, duamı O’na ulaştırasın diye, sana sesleniyorum…”

(Yıldırım Sesli Manasçı)

Mahir ŞANLI