HARİCİYE

Her şey aslında Erdoğan’ın, Davos çıkışını müteakip kullandığı “Monşerler” tabiriyle başladı. Yüzyıllardır çok kıymetli hariciyeciler vasıtasıyla oturtulan dış siyaset; o günden itibaren sıfırlanmaya başlandı. İsrail ile girilen çatışmanın iç siyasette artı puan olarak geri dönmesi, tüm dış siyasetimizi zamanla bu kavgacı üslup üzerine oturtmamıza sebep oldu. Ve bu büyük hata, onarılması neredeyse imkansız sonuçlar doğurdu.

Büyük “Stratejist” Ahmet Davutoğlu’nun “Sıfır Sorun” politikasını hatırlayacaksınız. Komşularımızın tamamıyla dostane ilişkiler üzerine kurulu bu politika; gerek ekonomik, gerek sosyolojik artılarıyla Türkiye’yi cazibe merkezi haline getirecekti. Silahlanmaya harcanan para da ülke kalkınmasına harcanarak insanımızın refah seviyesi yükselecekti. Erdoğan’ın çatışmacı üslubunun tam aksine, uzlaşmacı bir Dış İşleri Bakanı portresi çizen Davutoğlu bu politikayı yürütmek bir yana dursun, tam aksine ülkeyi sıcak savaşla burun buruna getirdi. Yapmak istedikleri iyi polis – kötü polis taktiği miydi bilinmez ama dış politikanın olmazsa olmaz unsurları: akılcı hareket ve isabetli öngörüden yoksundu.

“Arap Baharı” denen ve yüzbinlerce insanın hayatına, yaşam standartlarına doğrudan etki eden hadiseler silsilesini okumaktan aciz kaldılar. Küresel güçlerin kendilerine biçtiği figüran rolünü başrol olarak kamuoyuna sunup, bundan iç siyasette fayda umdular. Bu umdukları belli oranda başarıya ulaştı denebilir. Peki Türkiye’nin uluslarası arenada sarsılan güvenilirliğini, saygınlığını ne yapacağız? Dış politikada stabilitenin olamayacağı bir gerçektir. Buna karşın çok kısa süre zarfında, söylemlerde 180 derecelik dönüşlerin de izahı mümkün değildir.

Bu dönüşlerden bir kaçını hatırlatmak gerekirse:

“Libya’da Nato’nun ne işi var?“
Türk Savaş Gemileri NATO ile birlikte Libya’ya gitti.

“İsrail 9 vatandaşımızı katletti! Bunun hesabını uluslararsı arenada verecek.”
Yardımı organize edenler için “Giderken dönemin başbakanından izin aldılar mı?”ya döndü.

“Kardeşim Esad ile ortak bakanlar kurulu toplama kararı aldık.”
“Eli kanlı katil Esed inmedikçe Suriye’de çözüm mümkün değildir.”e döndü.
Buradan da yeni bir dönüşün sinyalleri var aslında…

“Hatalı olan Rusya, biz ne diye özür dileyecek mişiz? Yine olsa yine vururuz!”
“Ölen pilot için üzüntülerimizi bildirdik, uçağın zararını karşılayacak pilotun ailesine de gerekli her türlü yardımı yapacağız.”

Örneklerin hepsini alıntılamaya kalksak inanın sayfalar dolusu yazmamız gerekir. O yüzden örnekleri burada sonlandırıyor, bugünlerde kamuoyunu meşgul eden iki hadiseye dikkat çekmek istiyorum.

Birincisi Hollanda ile girişilen manasız inatlaşma. İkincisi Kerkük’te kamu binalarına Irak bayrağıyla birlikte IKBY bayrağının da asılmasına dair alınan karar.

Hollanda’da yaşanan gerilim ciddi manada prestijimizi zedeleyen bir hadiseye dönüştü. Sadece bakanın “Polis memurlarınca” sınır dışı edilmesi de değil, devamında verilen demeçler bu prestij zedelenmesini daha da derinleştirdi. Almanya, Avusturya ve Danimarka’dan ardı ardına Hollanda’ya verilen destek mesajlarına karşılık olarak “Nazi, Faşist” ithamlarıyla karşılık verildi. Dış basını takip eden biri olarak şunu da belirtmeliyim ki: Türk Dışişlerinin “Demokrasi” vurgusu adeta alay konusu oldu. Kendi ülkesinde muhalefetin propaganda imkanını dahi kısıtlayan bir hükümetin bu hassasiyeti dışarıda komik bulundu.

Dış siyasette inat ve kibirle ilerlemek mümkün değildir. Bu tarz yaklaşımlar, belki kısa vadede iç siyasette karşılığı olacağı düşünülerek tercih edilebilir ama sorumlu siyasetçi kendi siyasi ikbalinden önce ülkesinin ikbalini düşünmek zorundadır. Akılcı hamleler, sorumlu yaklaşımlar ve sürekli diyalog vazgeçilmemesi gereken unsurlardır. Bunların terki halinde dış siyasette irtifa kaybı kaçınılmazdır.

İrtifa kaybı demişken; tam da burada Kuzey Irak meselesine geçiş yapabiliriz. Geçen ay Barzani konusunu uzun uzadıya anlatmıştım. AKP’nin Barzani’yi önümüzdeki dönemde müttefiki olarak gördüğünü, bu konunun yakın zamanda karşımıza çıkacağının altını çizmiştim. Bu tezimin haklılığı Kerkük’te dalgalanan “Barzanistan” bayrağıyla kendisini göstermeye başladı. Sonrasında hükümetten çok cılız tepkiler yükseldi. Bahçeli’nin önce birkaç tweet, sonra da “Dost değil post olur” sözüyle gösterdiği tepkiyse havada kalmaya mahkumdur. Referandumda verdiği destek eğer Erdoğan’ın kazanmasını sağlarsa bir daha ona fikrini soran olmayacak çünkü. Ki şimdiden AKP yöneticilerinden, AKP yanlısı gazetecilerden Bahçeli’ye tepkiler gelmeye başladı.

Daha düne dek “Aşiret Reisi” olarak nitelenen Barzani gelinen noktada bel bağlanan bir şahsiyet halini almıştır. Öyle bir şahsiyet ki hem sınırımızın güneyindeki sorunlarda, hem de içeride kürt sorunu ile alakalı umudumuz oldu…

“Monşerler”den boşalan kadrolar “Sofiler” ile doldurulunca bu tarz garipliklere de hazır olmak lazım.

Onlar umudu bir aşiret reisine bağlayadursun; bizim yegane umudumuz Türk Milleti. Adını anmaktan imtina ettikleri Türk Milleti, devletine ve geleceğine sahip çıkacaktır. HAYIR’da yarışacaktır…